In Memoriam Aksel Tibet
Arkeoloji dünyası titiz bir araştırmacıyı, özenli bir editörü, sözünü esirgemeyen bir aktivisti; müzik dünyası gerçek bir “mélomane”ı, bir koro sanatçısını, istikrarlı bir radyo programcısını; öğrencileri bildiklerini iletmekten mutlu olan bir hocayı; dostları paylaşmayı seven bir entellektüeli, ödünsüz bir düşünce insanını yitirdi…
12 Eylül 1956’da İstanbul’da doğan Alaeddin Aksel Tibet, 26 Ocak 2019’da aramızdan ayrıldı. Aksel Tibet’i birkaç satırda anlatmak, kısa yaşamına sığdırdığı onca etkinliği ama daha da önce dostluğunu bu satırlara sığdırmak zor…
Onu 1981’de tanıdım. Lyon Üniversitesi’nde sanat tarihi ve arkeoloji eğitimini sürdürüyordu. O yıllarda Moda’da yaşıyordum, Aksel Tibet’in de çocukluğu ve ilkgençliği Moda’da geçmişti. Moda İlkokulu’nun ardından Saint-Joseph Fransız Lisesi’ne girmiş, 1975’te liseden mezun olmuş, üniversite eğitimi için burslu olarak Lyon’a gitmişti. Lyon’da, Fransa’nın önemli mühendislik okullarından biri olan INSA’ya girmiş, ne var ki bir yıl sonra mühendis olmak istemediğine karar vermiş, Lyon Üniversitesi’nde sanat tarihi ve arkeoloji okumaya başlamıştı. Seçtiği uzmanlık alanı, birlikte çalışmaya karar verdiği, yıllar boyu kazısında görev alacağı hocası Olivier Pelon’un uzmanlık alanı olan “protohistorya” idi.
Aksel Tibet, 1983’te lisans eğitimini tamamladı ve yüksek lisans eğitimine kabul edildi. 18 Ekim 1983 tarihli bir kartpostalda şunları yazmış: “3 saat süren bir ‘soutenance’dan sonra, maîtrise’e ‘mention très bien avec félicitations du jury’ derecesiyle kabul edildim. Yakında dönüyorum.” Bu kartpostal Lyon’dan gönderdiği son mektup; kısa bir süre sonra İstanbul’a döndü, bir daha da doğduğu kentten ayrılmadı.
Aksel Tibet 1983’te Türkiye’ye döndüğünde, sanat tarihi ve arkeoloji alanındaki geniş bilgisiyle, entellektüel formasyonuyla ve bir Fransız’ı şaşırtacak Fransızcasıyla ülkenin bilim dünyası için eşi zor bulunur bir kişiydi. Ülkeye dönüşünden kısa bir süre sonra İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’ndeki meslektaşı akademisyenlerle tanıştı. Bu tanışıklık 1986’da Burdur’daki Kuruçay Höyük kazısına, daha sonra da Eskişehir’deki Şarhöyük (Dorylaion) kazısına katılmasına neden oldu. Ama ne yazık ki o yıllarda üniversite ile ilişkisi bundan ibaret kaldı; Türkiye’nin akademyası Aksel Tibet gibi güçlü bir kimliği içine almaktan korkmuştu…
Üniversite ürkmüştü ama Aksel Tibet’in bilgi birikimine ve yetkin Fransızcasına gereksinim duyan başka kurumlar vardı: 1986’da, Gelişim Yayınları’nda, Büyük Larousse’un yeni Türkçe basımını hazırlayan Adnan Benk’in ekibine katıldı ve ansiklopedinin basımı bitene dek, 4 yıl Büyük Larousse’un Yayın Kurulu üyesi olarak çalıştı. 1989’da, kısa bir süre, Arkeoloji ve Sanat Yayınları’nın yayın yönetmeni olan Nezih Başgelen’e destek verdi.
1990’da nihayet doğrudan kendi formasyonuyla ilgili bir işe kavuştu: Hocası Olivier Pelon, eski öğrencisini IFEA’ya (Fransız Anadolu Araştırmaları Enstitüsü) önermiş, Aksel Tibet, “Yayın Sorumlusu” olarak son günlerine dek hizmet verdiği IFEA’da çalışmaya başlamıştı. 30 yıla yakın bir süre hizmet verdiği IFEA’da kurumun simgeleşmiş kişilerinden biri oldu. 1990’lardan bugüne, bir yandan yaz aylarında kazılara katıldı, bir yandan da Türkiye’ye ilişkin en ciddi arkeoloji yayınlarından biri olan Anatolia Antiqua’nın editörlüğünü yüklendi. Anatolia Antiqua, Aksel Tibet’le birlikte, düzenli, kapsamlı ve titiz bir periyodik yayına dönüştü.
Aksel Tibet ve Stefanos Yerasimos Suriye gezisinde…
Hiç kuşkusuz mesleki etkinliklerinin başında sürekli katıldığı kazılar yer alıyordu. Olivier Pelon’un, Niğde’de, Porsuk köyünün yakınlarındaki Zeyve Höyük’te, 1969’dan beri sürdürdüğü kazılarda geniş bir sorumluluk yüklendi. Hem kazılara katıldı, hem de kazı organizasyonunun bürokrasisiyle uğraştı. Bu arada, 1996’dan itibaren, Birecik Barajı’nın su toplama alanında kalacak olan Horum Höyük’ün kurtarma kazılarının sorumluluğunu Catherine Marro ile paylaştı.
Katıldığı önemli çalışmalardan biri de 1995-1998 arasında, Kastamonu yöresinde, Catherine Marro ve Aslı Özdoğan ile birlikte sürdürdüğü yüzey araştırmasıydı. Bu araştırma, bölgenin tarihöncesi yerleşmelerini saptamaya yönelik ilk kapsamlı çalışmaydı.
Aksel Tibet, İstanbul’da ortaya çıkan arkeolojik kalıntıların korunması için de mücadele veren bir aktivistti. Toplantılara katılır, basına verdiği demeçlerle koruma konusunda ödünsüz bir tavır alırdı. Arkeologlar Derneği İstanbul Şubesi Genel Sekreterliğini yürüttüğü 1997-1999 arasında, korumacı yaklaşımını dernek çatısı altında da sürdürdü.
Son yıllarda, bilgi birikimini, kentin arkeolojik zenginliğini koruma ve değerlendirme bilincini öğrencilerle paylaştığı bir ders vermeye başlamıştı. 2013’ten beri, MSGSÜ Mimarlık Fakültesi Şehir ve Bölge Planlama Bölümünde verdiği “Kentsel Arkeoloji” dersinde, geleceğin şehircileriyle alan çalışmasına çıkıyor, İstanbul’un arkeolojik sitlerini tanıtıyor, öğrencilerde koruma bilincini yaratmak için büyük bir uğraş veriyordu.
Araştırmaları yalnızca protohistorya alanıyla sınırlı da değildi. Ekrem Işın ve Dilek Yelkenci ile birlikte Yenikapı Mevlevihanesi’nin haziresini ele alan kapsamlı bir araştırma gerçekleştirdiler. Hazirenin toplumsal topografyasından yerleşim ve mezar tipolojisine uzanan bu kapsamlı çalışma, alanındaki öncü bir çalışma olarak literatürdeki yerini aldı. Bu çalışmanın da içinde yer aldığı İslâm Dünyasında Mezarlıklar ve Defin Gelenekleri başlıklı iki ciltten oluşan yayının editörlüğünü de, Jean-Louis Bacqué-Grammont’la birlikte yine Aksel Tibet yüklenmişti.
Bu bağlamda, editörlüğünü yaptığı iki armağan kitabını belirtmek gerek: Taner Tarhan ve Erkan Konyar’la birlikte gerçekleştirdiği, 2008 tarihli Muhibbe Darga Armağanı ile editörlüğünü Edhem Eldem ve Ersu Pekin’le birlikte yürüttüğü, 2012 tarihli, Bir Allame-i Cihan: Stefanos Yerasimos (1942-2005) başlıklı armağan kitabı.
Mesleki ilgilerinin dışında, büyük bir tutkuyla bağlı olduğu bir alan da müzikti. Çocukluğunda uzunca bir süre keman dersi alan Aksel Tibet, bu ilgisini vokal müziğe yöneltmiş, 1990’lardan bugüne İstanbul Avrupa Korosu’nun üyeleri arasında yer almıştı. Yaylı çalgılara çocukluk yıllarında başlayan yakınlığı, Fransa yıllarında “viola da gamba” merakına dönüşmüş, Türkiye’ye gelirken yeni yaptırdığı bir viola da gamba’yı yanında getirmişti. Bu çalgıyla didişmek en büyük keyfiydi. Açık Radyo’nun kuruluşundan kısa bir süre sonra, viola da gamba tutkusu bir program dizisine ilham verdi ve 1997’de 26 hafta süren bir dizide viola da gambarepertuvarının mevcut tüm kayıtlarını Açık Radyo dinleyicilerine ulaştırdı. Alain Corneau’nun viola da gamba’yı geniş kitlelere tanıtan “Dünyanın Tüm Sabahları” adlı filmi Aksel Tibet’in programının adına da esin kaynağı olmuştu: Cumartesi sabahları yayınlanan program dizisinin adı “Cumartesinin Tüm Sabahları” idi. Bu dizinin hemen ardından “İnsan Sesi” adını taşıyan ve sadece vokal müziklere yer veren bir programa başladı ve titiz bir ön çalışmaya dayanan programını, bugüne dek hiç ara vermeden sürdürdü.
Viola da gamba’ya duyduğu ilgi Aksel Tibet’e yeni bir dost da kazandırdı: Jordi Savall. Viola da gamba’nın ve eski müziklerin büyük ustasına bu ülkenin müzik geleneklerini tanıtan o oldu. Jordi Savall, topluluğu için buradan bir sazende aradığında Aksel Tibet’ten yardım isterdi. Jordi Savall ile yaptığı bir söyleşi, “Yaşamdaki önemli şeyler kulağa fısıldanır. Müzikte de bunu yakalamak gerekiyor.” başlığıyla, 2004’te, Sanat Dünyamız dergisinin 92. sayısında yayımlandı.
Eski müziklere ve kaybolmuş çalgılara olan ilgisi, Aksel Tibet’te yeni bir düşüncenin doğmasına yol açmıştı: Tümüyle unutulmuş, hatta tek bir örneği bile bugüne ulaşmamış Osmanlı çalgılarının rekonstitüsyonu ve rekonstrüksiyonu. Böylece Batı’da yıllardır yapılagelen otantik yorum denemeleri Osmanlı müziğinde de gerçekleştirilebilirdi. Bu düşüncesini, 1995-2000 arasında IFEA’nın müdürü olan yakın dostu Stefanos Yerasimos’a açtı. Düşünce Yerasimos’un da ilgisini çekti ve IFEA’nın sağladığı olanaklarla eski Osmanlı çalgıları, Fikret Karakaya’nın önderliğinde imal edildi, böylece Bezmara topluluğu ortaya çıktı. Bezmara’nın ilk dinletisi IFEA’nın himayesinde, 16 Ocak 1998’de Palais de France’ta gerçekleşti.
Aksel Tibet, meraklarını paylaşmaktan keyif duyan bir dosttu. 1980’lerden bugüne, onunla yaptığımız gezileri unutmak mümkün değil. İyi bir gezi arkadaşıydı. Önceleri gezi alanımız özellikle İstanbul’un tarihi yarımadası oldu. Bizans yapılarını büyük bir özenle fotoğraflayıp kayda geçiriyorduk. Son 20 yılda ise, yaz aylarında Doğanbey köyünde bize konuk oldu, Ege’nin antik kentlerini bıkmadan defalarca gezdik. Priene’ye gitmek her seferinde heyecan veren düzenli bir ritüele dönüşmüştü… Yerasimos’la yaptıkları Suriye gezisinden ise geriye sadece fotoğraflar kaldı… En verimli döneminde, 63 yaşında bizi terkeden Yerasimos’tan sonra Aksel Tibet de –yine 63 yaşında- aramızdan ayrıldı… Daha söyleyecek sözleri, paylaşacak müzikleri, verecek dersleri vardı… Çok erken gitti…
Yazı: Mimarizm Mimarlık ve Tasarım Yayın Platformu, Gölgede Kalan, Aykut Köksal