Göbekli Tepe, Hz. İbrahim ve Diğerleri
Sayın Dernek yetkilileri metin yazarlığını ve yönetmenliğini yaptığım TRT Belgesel kanalında yayınlanan “SULARIN, ATEŞİN VE TAŞLARIN İMPARATORLUĞU” adlı belgeselimiz hakkında yazmış olduğunuz eleştirel yazıya karşılık, ekli yazıyı da yayımlamanızı rica ederim.
Hadi ŞENOL
Göbekli Tepe, Hz. İbrahim ve Diğerleri
09 Ocak 2017 akşamı, TRT Belgesel Kanalı’nda saat 21.35’te bizlere yayımlanacağı bildirilen “Suların, Ateşin ve Taşların İmparatorluğu” adlı belgeselimizin ikinci bölümü, yapımcısı dâhil hiç kimse bilgilendirilmeden yayından kaldırıldı. Yayımlanmadığını görünce o güne dek basında ve sosyal medyada çıkan yazıları, son derece dikkatli bir anlatımla cevaplamaya çalıştım. Cevabi yazımı o gece yarısından sonra, sosyal medya üzerinden yayımladım. O günün sabahı, Cumhuriyet Gazetesi’ni eline alanlar Özgen Acar’ın “TRT’nin Tahriki!” başlıklı yazısındaki hakaret içeren cümlelerle birlikte, bu sahada, yalnızca benim onay verdiklerim at koşturabilirler edasıyla, kimi kurumlara seslenişine tanık oldular. Gerek bu yazı gerekse Arkeologlar Derneği’nin yazıları ile, ortak görüş sergileyen kişi ve kuruluşların davranışları beni bu konuda yeniden yazmaya zorladı.
Önce bölgeye karşı ilgi ve temel bilgimin, nerelerden kaynaklandığını açıklamak için, hiç istemediğim halde biraz kendimden söz etmem gerekiyor. Memur çocuğu olmanın yazgısı, bizlere benzerlerim gibi ülkemin birçok bölgesini tanımamızı sağladı. 01 Kasım 1948 günü, Van ilimizin Özalp ilçesinin Aşağı Ahurik köyünde doğmuşum. 1955 yılında Cizre’de ilkokula başlayıp 1959 yılında Urfa’nın Suruç ilçesine bağlı Mürşitpınar nahiyesinde bitirdim. Ortaokul birinci sınıfın ilk yarısını Nusaybin’de ikinci yarısını ise Suruç’ta okudum. İkinci ve üçüncü sınıfları Marmaris’te okudum. Liseye Elazığ’da başlayıp Kilis’te tamamladım. Ardından Ankara Üniversitesi DTCF Türkoloji bölümünü bitirdim. Kısacası, kişiliğimin oluşmasında bölge kültürünün ne denli etkili olduğunu, temel eğitim serüvenim bile anlatmaya yeter kanısındayım. 45 yılı aşkın çalışma yaşamımı, TRT ailesinin bir ferdi olarak Televizyon Dairesi Başkanlığı’nda yapımcı, yönetmen ve yönetici olarak tamamladım. TRT’nin bir ferdi olmaktan da hep övünç duydum.
Ankara Radyosu’nda 1981’de başlayıp yedi yıl süren geçici görevlendirilmem 1988 yılında sona erince, Ankara Televizyonu’ndaki ilk çalışmam, 13 bölümden oluşan kısa ve öz anlatımlı “Anadolu’nun Başkentleri” adlı belgesel oldu. 1992 yılında “Anadolu Tarihi ve Turizm” başlıklı üç bölümden oluşan bir belgeseli yazıp yönettim. Danışmanım rahmetle andığımız Prof. Dr. Ekrem Akurgal idi. Yine aynı yıl Bergama Belediyesinin Berlin’den getirdiği 16 saniyelik amatör bir görüntüden yola çıkarak sunağın taşınma öyküsünü anlatmıştım. Bu hırsızlığa kimlerin alet olduklarına, kimlerin yardımcı olduklarına elimden geldiğince ışık tutmaya çalıştım. Danışmanım yine Ekrem Akurgal idi. Anadolu uygarlıkları ile ilgili emekli olmadan önce son gerçekleştirdiğimiz belgesel ise, Konya Büyükşehir Belediyesi’nin katkıları ile “Anadolu’da Selçuklu” adlı belgesel olmuştu. Bu yapımın jeneriğinde Selçuklu’nun Anadolu’ya geldikten sonra yerleşik uygarlıklara nasıl davrandığını, Antalya Müzesi’nde sergilenen Gabriel Rölyefindeki değişiklikleri dramatize ederek anlatmıştım. Selçuklu, Gabriel’i Cebrail olarak görüyor ve yalnızca koltuğunun altında tuttuğu tepsi içindeki Haçı kazıyıp yerine Allah yazıyor.
Millet olarak eski eser tahribatı ile ilgili bin yıllık Anadolu geçmişimizde, kimi bilinçsiz uygulamaların dışında vurup kırma biçiminde bir davranışımız olmadı. 12 Şubat 2017 Pazar günkü Hürriyet Gazetesi’nin İlber Hoca’yla Pazar Buluşması köşesinde, “Kanayan yara eski eser kaçakçılığı ”başlığı altında, Ortadoğu’dan Avrupa ve Amerika’ya kaçırılan eserler konusunda nasıl bir davranış sergilendiği kısaca özetlenmiş. Bu arada Palmira’da parçalanan eserlerin nerelere taşındığını da yazıyor İlber Hoca. Kısacası eski eser tahribatı konusunda en büyük tehlikeyi o taşların para ettiğini bilenler oluşturuyor.
Altmış dört dakikalık iki bölümden oluşan “Suların, Ateşin ve Taşların İmparatorluğu” adlı belgeselimizin sadece on beş saniyelik bölümünde yer alan Hz. İbrahim ve Göbekli Tepe ilişkisi konu edilerek, bir bardak suda okyanuslardaki dalgaları geride bırakacak tsunamiler yaratıldı. Bu tsunamileri alt alta sıralayıp birer birer cevaplamaya çalışacağım. Öncesinde şu cümlemin altının çizilmesini istiyorum:
Tüm fırtınaları koparan temel bilgilendirme aynı kalemden çıkmış, kişilere ve kurumlara bu temel metin servis edilmiş. Bu nedenle, tümünde hatalı bilgiler ortak.
Arkeologlar Derneği uzunca bir girişten sonra “Günümüzde yakın geçmişte komşu coğrafyalarda yaşanan olaylardan, bu tip söylemlere ve görüntülere yer verilmesinin ne kadar tehlikeli olduğu birçok defa görülmüştür. Maalesef Göbeklitepe’de talihsiz bir şekilde “put” olarak gösterilen stelin kırılması sahnesi, Göbeklitepe’yi hedef göstererek, tarihi eserlerimize zarar verilebilecek bir ortam yaratmıştır.” diyor.
Bu iki cümleye cevap verip vermeme konusunda uzunca düşündüm. Kimi kez muhatap aldığınız söylem sizi de aynı cahillik çukuruna çekebilir endişesine kapılırsınız. Son yıllarda söz konusu olayların başlangıç yeri Afganistan. Taliban, muhteşem Buda heykellerini önceki yıllarda televizyonlarda yayımlanan “bunları put diye anlatan” belgeselleri izledikleri için mi kırdılar? O davranışların temelinde Vandalizm yatıyor. Ardından yaşanan hoş olmayan olaylar, Irak ve Suriye televizyonları tarihi eserleri hedef gösteren programlar yaptıkları için mi yaşandı? Bütün o yaşananlarla burada anlatılanlar nasıl olur da aynı kefeye konur. Sivil toplum örgütlerinin kendi üyelerine olduğu gibi topluma karşı da sorumlulukları vardır. En azından yalan yanlış bilgi vermeme sorumluluğu.
Dernek yetkilileri yazıya aşağıdaki cümlelerle devam ediyor:
“Yaklaşık olarak M.Ö. 2. binde yaşadığına inanılan ve kutsal kitaplara göre tek tanrılı dinlerin babası olarak kabul edilen Hz. İbrahim’in putlarını kırdığı tapınağın, henüz yerleşik hayata bile tam olarak geçilmemiş, günümüzden yaklaşık 12 bin yıl önce yapılmış olan Göbeklitepe olması zamansal olarak da mümkün değildir.
Dolayısıyla hiç bir şekilde bilimsel gerçeklerle bağdaşmayan bu belgeselin TRT tarafından bir an önce yayından kaldırılmasını bekliyoruz. Ayrıca söz konusu belgeselde, halkımıza kötü örnek oluşturacak şekilde arkeolojik eserlere zarar verildiğini gösteren görüntülere yer verilmiş olmasını şiddetle kınıyoruz.”
Yukarıdaki yaklaşımın son benzeri, 10 Ocak 2017 günlü Cumhuriyet Gazetesi’nde Özgen Acar, “TRT’nin Tahriki!” başlıklı bir yazı kaleme alarak devam ediyor. “Göbeklitepe, günümüzden 12 bin yıl önce yapılmıştı. Oysa Hz. İbrahim, 8 bin yıl sonra yaşamıştı. İki olay arasındaki tarihsel fark da göz ardı edilmişti.
Devlet kurumu TRT’nin belgeseldeki cehaletini bir yana bırakın, Göbeklitepe’yi hedef tahtası yapması anlaşılır gibi değil.
Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın tepkisi merak ediliyor! Her gün TV’lere cezalar veren RTÜK, acaba bu konuda ne yaptı? Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu, belgeselin internette hâlâ yayımlanması hakkında ne düşünüyor?”
Görüldüğü gibi, tüm hücumlarda toplar, bilgisizlik ve kötü niyet çukuruna düşüyor. İlk cevabımda tarihlendirme konusundaki görüşlerimi aktarmıştım. Ancak Musevilerin benimsedikleri takvimin başlangıç noktasından söz etmemiştim. Belgeselimiz hakkında olumsuz yazı yazanların bilimsel olduklarını iddia ettikleri hususun kaynağı kutsal kitap Tora olsa gerek.
Bu noktada Musevi takviminin ne olduğunu anlatmak bize düşüyor. Yararlandığım kaynak; TORA -Türkçe Çeviri ve Açıklamalarıyla TORA ve AFTARA – 1.Kitap BEREŞİT birinci baskı Eylül 2002 /Elul 5762. Daha önceki yazımda tarihlendirmeden söz ederken Musevi takvimine göre 5777. yılda olduğumuzu yazmıştım. 5777 yılın ilk günü Dünyamızın yaradılışının birinci günü, Musevilerin tatilinden sonraki gün olan Pazar günü. Yaradılış altı gün sürüyor. Söz konusu kitabın 81. sayfasında “Yeni Bir Yaradılış” başlığı altında şu açıklama yer alır:
“Peraşa, insan ırkı içindeki yeni bir yaradılışı anlatmaktadır. Avraam (İbrahim) ve soyu. Dünyanın yaradılışını takip eden ilk iki bin yıl, tarihe insan nesli için bir “Başarısızlık Devresi” olarak geçmiştir. Adam (Âdem) günah işleyerek yüksek düzeyini kaybetmiş, Evel öldürülmüş, dünyada putperestlik başlamış ve başarısız olan bu ilk on nesil, Tufan ile yok edilmiştir. Noah’tan (Nuh) sonraki on nesil de farklı davranmamış ve aynı başarısızlığı sergilemiştir. Avraam 1948 yılında doğmuş, 2000 yılında; yani Dağılış’tan dört yıl sonra, Noah’ın ölümünden de 6 yıl önce, kendine yakın insanları Tanrı hizmetine yöneltmeye başlamıştır. Avraam’ın ortaya çıkışı ile insanlığın “Başarısızlık Devresi” sona ermiş ve “Tora Devresi” başlamıştır.
Söz konusu kitabın 77. sayfasında Avraham’ın Mezopotamya’da, Ur kentinde putları kırdığını anlattıktan sonra Harran’a geldiğini, Ur kenti ile Urfa /Harran arasının 1110 kilometre olduğunu yazıyor. Bu bilgileri temel bilgi olarak benimsediğimizde ortada ne Urfa Balıklı Gölün öyküsü ne de Göbekli Tepe kalıyor. Dünyanın yaradılışı 5777 yıl olarak benimsenince, Göbekli Tepe’nin 12.000 yıllık geçmişi de yalan oluyor.
Gelin biz bu karmaşıklığı, bir arkeoloğa çözdürelim. Ne var ki, bu arkeolog “Arkeologlar Derneği ”ne üye olmayan bir İtalyan. Suriye’deki EBLA TABLETLERİNİ 1975 yılında gün yüzüne çıkaran Paolo Matthiae’ ye. Tabletlerin M.Ö. 3000 yılına ait oldukları tarihlendirilmiş. Daha açık bir anlatımla 5000 yıl öncesine aitler. Bu tabletlerde Hz. İbrahim’den söz ediliyor.
Sonuç olarak, yazımın başında belirttiğim gibi, hiç istemediğim halde öz geçmişimden söz etmiştim. Nedeni, yurdumun o bölgesine kendimi borçlu hissetmem. Benliğimin ve kültürümün oluşmasında bana çok büyük katkı sağladılar. O bölgenin terörle anılması hep yüreğimi paraladı. Belki bazıları böyle olmasını isteyebilir, ben o toprakların kutsallığını ve güzelliklerini anlatmaya çalıştım.
Kısacası kutsal kitaplarda geçen kıssaların tarihî gerçekliği konusunda en son çalışma, Temmuz 2016’da KURAMER tarafından yayımlanan Kur’an Kıssalarının Mahiyeti adlı eserdir. Bu eserin birçok yerinde “Kıssalarla Tarih” ilişkisinin örtüşmesinin beklenilmemesi anlatılıyor. 133. Sayfasında “din dilinin ifade kalıplarıyla sunulan kıssadaki öğüt ve ibret mesajının muhataplarda olumlu karşılık bulmasıyla ilgilidir. Bu işlevin gerçekleşmesi için kıssalardaki muhtevanın tarihi gerçeklikle birebir örtüşmesi gerekmez.” Kur’an-ı Kerim’den önceki kitapları da tasdik eden bir dinin mensupları olarak (Maide 5/43-48) herkesin kendi görevini dürüst ve tarafsızca yapmasının en yüce meziyet olduğuna inananlardanız. Ben 45 yıllık yayıncılık hayatımda görevimi bu çerçevede yerine getirdiğime inanıyorum.
18 Şubat 2017