En güzel tarifi Ahmet Arif yapmıştır bu güzel coğrafyaya… Batı Asya’nın Avrupa ile yüzleştiği, uygarlıkların vazgeçilmez yerleşim bölgesi… Latince “Asia Minör” olarak nitelendirilen, topraklarında hareketin asla bitmediği bir bölgedir Anadolu… Luvi, Arzawa, Hitit, Frig, Urartu, Lidya, İyon, Roma, Osmanlı derken günümüz modern Türkiyesi’ne uzanan bir uygarlık silsilesi… Her biri ayrı iz bıraktı Anadolu’da…
Peki biz bu izlerin ne kadarını biliyoruz ve ne denli sahip çıkıyoruz? Üzerinde yaşadığımız topraklarda kültürel mirasın çeşitliliği baş döndürücü halde iken arkeolojik çalışmaların bu denli zayıf kalmasının altında birçok sebep var elbette. Bunları da ayrı bir zamanda konuşmakta fayda var.
Tabi bu kadar çeşitliliğin içerisinde Ege bölgesinde kurulan uygarlıklardan bahsetmemek olmaz. Verimli topraklara sahip olan bu coğrafyada uygarlık tarihi neolitik döneme yani günümüzden en az 8-9 bin yıl öncesine dayanır. Sulak ve verimli tarım arazilerinin çokluğu bölgenin tercih edilmesinde büyük bir rol üstlenmiştir. Ege bölgesinde Türk ve yabancı arkeologlar tarafından yürütülen kazıların yanında, müze müdürlükler tarafından yürütülen 50 yi aşkın kazı alanı bulunmaktadır. Ephesus, Smyrna, Aphrodisias, Hieropolis, Pergamon, Sardis , Priene ve niceleri … Bu antik kentlerinin her biri içerisinde mimari harikalar, mitolojik öyküler, gizemli hikayeler, binlerce sırrı çözülmemiş eser barındırmaktadır.
Son yıllarda ise arkeoloji ve restorasyon üzerine yapılan çalışmalara baktığımızda umut verici gelişmeler ortaya çıkmıştır. Gerek müzelerin yenilenmesi gerekse kazılara ve restorasyona ayrılan bütçelerin artırımında kuşkusuz Kültür Bakanlığı’nın büyük katkısı var. Üniversitelerde bu konunun paralelinde bilimsel olarak katkı sağlaması ile daha bilinçli kazıların ve restorasyonun yapılması sağlanmıştır.
Yukarıda da bahsettiğimiz gibi bölgemizde çok sayıda arkeolojik yerleşim bulunmak ve tahmin edeceğiniz üzere bu kentlerden ele geçen veriler gün ve gün ege bölgesi tarihini biraz daha geriye çekerek bölgede antik dönem yaşamını daha fazla bilmemizi sağlamaktadır. Aynı zamanda devam eden restorasyon çalışmaları ile bu eserlerin korunması ve nesilden nesile sergilenmesi sağlanmaya çalışılmaktadır.
Arkeoloji ve restorasyonun halk tarafından benimsenmesi için bilinçlendirme çalışmaları yapılmalıdır. Şahsi kanaatim ilkokul düzeyinden başlayarak eğitimlere başlanmalı, konferans ve sempozyumların halk düzeyinde anlatımlarla yani bilimsel dilin sadeleştirilerek arkeolojinin anlaşılması sağlanmalıdır. Bu sayede daha korumacı bir toplum olma yolunda ilerleyebiliriz ancak…
Ulu Önderimizin bir sözüyle yazımı sonlandırmak isterim:
“Bir vatanın sahibi olmanın yolu, o topraklarda yaşanmış tarihi olayları bilmek, doğmuş uygarlıkları tanıma ve sahip olmaktan geçer”
(Bu konular hakkında bizlere duyurulan tüm yeni gelişmeler, kimi zaman sevindirici kimi zaman üzücü olayları sizlere bildirmeye ve sizlerinde bu konuda her türlü eleştiri ve görüşlerinizi aktarmaya çalışacağım.)
Yazı: Simge Balcı ÇAKALOĞLU, Ege’de Son Söz, 10.02.2015