KİME NEYİ SATIYORSUNUZ?

Türkiye’de müzecilerin büyük çoğunluğu; dört yıllık arkeoloji ve sanat tarihi lisans eğitimi alan uzmanlardan oluşmaktadır. Bu meslektaşlarımız aldıkları lisans eğitimi sırasında, Müzeoloji veya Müzecilik adı altında teorik derslerden sonra kentin değişik müzelerinde pratik uygulamalı dersler almaktadırlar. Müzeci olmak isteyen öğrenciler ders dışında pratik yapmaları için yaşadıkları kentte, yaz dönemlerinde müze stajı yapmaları beklenmektedir. Müzelerde orijinal eseri gören, çalışma sistemini görenler daha sonra bu kurumlarda çalışmaya başladıklarında deneyim sahibi olarak işe başladıkları gözlemlenmektedir. 20 yıldır İstanbul Üniversitesi ve Trakya Üniversitesi Arkeoloji Bölümü lisans eğitimlerinde, Müzecilik derslerini Edirne’de bu şekilde yapıyordum.  Bugün mezunlarımızın pek çoğu Türkiye’nin değişik müzelerinde başarı ile görev yapıyorsa, öğrencilik dönemlerinde aldıkları eğitim ve müzelerde yaptıkları stajlar sayesindedir.

Ülkedeki sistem değişiyor, küresel kapitalist ekonomide -ne yazık ki bazı ulusal değerler dikkate almadan- hızla evriliyor. Bu sistem sayısız kültür mirası olan bu topraklarda geleceğimizi nasıl şekillendirecek? Kültürel mirasın korunmasında eğitimin rolü görevi sorumlulukları nelerdir? Bunlar yeterince değerlendiriliyor mu? Sanmıyorum. Örneğin her şeyin başı eğitim denen ve interaktif eğitimin baz alındığı bu dönemde, kendi bilimsel çalışmalarla bulduğumuz ve müzelere teslim ettiğimiz hatta sergilenmesinde katkı yaptığımız eserleri, müzede görebilmek için bilet almak zorunda bırakılıyoruz.

Geçen yıla kadar sorumluluk alıp öğrencileri müzelere götürdüğümüz halde bu yıl yapamıyoruz. Neden? Devlet halkın malı olan müzeleri kısmen özelleştirildi. Patara antik kentine girerken kazı heyet üyesinden bilet kesildiğine gözlerimle tanık oldum. 15 yıldır Edirne Müzesi’nde ders yaparken, artık eğitmenler ve üniversite öğrencileri ücretsiz müzeye giremiyor.  Arkeoloji’de; müzelere ve bilimsel kazılara gitmeyen arkeolog, morga girmeyen doktora benzer. Birkaç yıl sonra belki o müzede görev alacak zimmet üstlenecek veya o müzeye sergilenmek üzere eser getirecek bir meslektaş, ancak her defasında belli bir para karşılığında müzeye girebilecek. Arkeolog kimliğimizle,  Fransa ve Yunanistan’daki müzeleri kurumsal kimlik kartıyla ücretsiz gezebiliyorken yıllarca görev yaptığımız, eser teslim ettiğimiz, zimmetli uzmanları yetiştirdiğimiz müzeleri ücretsiz ziyaret edemiyoruz. Bırakın akademisyen ve üniversite öğrencilerini müzelerdeki zimmetli uzmanlar ailelerini çalıştıkları kurumları rahatlıkla gezdiremiyorlar. Bu durum deyim yerindeyse; ya ‘vur deyince öldür’ mantığı ile absürt işletme zekâsı ya da tam anlamıyla ‘akıl tutulmasıdır.  Çağdaş ülkelerde öğrencilerin müzelerde ders yapması için teşvik edilirken, bizde zaten az olan ilginin daha da yok olmasını sağlayacak uygulamaları anlamak mümkün değildir.

Bu durum bana; birkaç yıl öncesinde Kaz Dağları’nda bölgede yaşayan orman köylülerine ormana girmelerinin yasaklama kararını hatırlatıyor. Ormanda yangınlar başlayınca, yangını söndürecek ormanı gerçekten tanıyan insanları yanlarında göremeyen Orman Bakanlığı’nın aldığı bu absürt kararın ne kadar yanlış olduğunu anlayıp, yapılan hatanın ne kadar hayati olduğunu düşündürdü.

Her gün yüzlerce kültür mirasının tahrip olduğu, yakıldığı bir ülkede arkeolog ve sanat tarihçilerden mesleğinde duyarlı olmasını bekliyorsunuz. Hatta bu yönde, mezun ederken meslek yemini ettiriyorsunuz. Mesleğini icra edecekleri kurumlara ücrete mukabil alıyorsunuz. Oysa bu müzelerdeki bütün kültürel miras devletin, bunu korumak tanıtmak, geleceğe taşımakla yükümlü müzede çalışacaklar da bu uzmanlar değil mi? Bu ne yaman çelişki, akıl tutulmasıdır?

Doç. Dr. Ahmet YARAŞ, Hudut Gazetesi, 28 Ocak 2015

486A3565

You may also like...

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir